0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

34. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"KALBİN SAHİBİ."

Bir zamanlar bir yabancı dizi izlemiştim. Kadın bir adama çok âşıktı ama adam ölüm döşeğindeydi. Kadın Tanrı'ya dua etti, onu yaşatırsa hayatının sonuna kadar adamdan uzak duracağına yemin etti. Tanrı bunu kabul etti, adam iyileşti ve kadın ondan gidebildiği kadar uzağa gitti. Ve bir şekilde yine ayrıldılar.

O diziyi izlerken bir gün böyle hissedeceğimi, imkânı olsa onun yaptığı şeyi yapacağımı hiç düşünmezdim. Çaresizlik... Bu duyguyu bilirim, korkunç olan tüm diğer duyguların kardeşidir. Feleğinizi şaşırtır, üst üste tokat yemişsiniz gibi hissettirir. Çaresi olmayan bir şey... İşte ben deki aşkın da acının da çaresi yoktu ve her anımda hayattan tokat yiyerek yere yapışmış gibi hissediyordum.

Veya yerden hiç kalkamadığımı.

Duman şu an iyiydi. Şu an. Belki bir an. Uyanmış, kendine gelmişti ama yaşadığı krizi çok hatırlayamadığını söylüyordu. Solunum cihazına bağlıydı, konuşmak istediğinde hep ağzına takılı maskeyi çıkarmak zorunda kalıyordu.

Şu ansa karşısında, yatağının üzerindeydim fakat aramıza epey mesafe eklemiştim. Zaten aralıklarla onu görüyorum, o sırada da Duman'a çok düşünmemesi, dinlenmesi gerektiğinden bahsediyordum. Beni pek dinlemiyordu, sürekli huysuzluk ediyordu ve buna sebep olanın ne olduğunu anlamıştım. Korkuyordu.

Ölmekten veya... ölünce bir daha göremeyeceklerinden.

Şimdi ellerimiz birlikteydi ve Duman avucumun içine elindeki tükenmez kalemle bir şeyler çizerken ben de onu izliyordum. Birazdan çıkacaktım, benden sonra Ada girecekti. Ona, abisinin kriz geçirdiğini söylememiştik ve Ömer ne olacağı belli olmaz diyerek onların görüşmesini istemişti. Ne olacağı belli olmaz.

Kalemi tutan kemikli parmaklarına baktım, kemikleri artık daha belirgindi. Zayıflıktan. Kalemi yavaşça hareket ettiriyordu, çünkü gücü yoktu. Başta bunu yapmasını saçma bulmuştum yorulacağı için ama bundan mutluluk duyuyordu. Bitene kadar bakmayacağıma yemin ettiğim için ne çizdiğini göremiyordum. "Nasıl hissediyorsun?" diye sordum, düz bir sesle. "Gözlerin... çok bitkin görünüyor."

Omuzlarını dikleştirdi. "Gayet iyiyim."

Dışarıdan güçlü görünme çabası içinde olduğunu fark ettiğim için aksi bir şey söylemedim. Duyguları, sinirleri çok hassastı ve onları yıpratmak istemezdim. Başımı salladığımda tek kaşını kaldırdı. "Mahşer böyle uysal kalmaya devam edersen iyileştiğimde bile hasta numarası yaparak seninle başa çıkabilirim."

Sırıttım. "O biraz sıkar."

Uzanıp yüzüme düşmüş bir tutam saçımı kulağımın arkasına koyarken, dudaklarında, kalbi kadar hasarlı bir tebessüm vardı.

Elini çekti. Başını eğerek avucuma çizim yapmaya devam etti. Serum elinin üzerine bağlı olduğu için elini çok kıpırdatamıyordu ve bu da onu yavaşlatıyordu. Kalemin elimin içinde kaydığını hissederken, "Hastaneden çıktıktan sonra hayatımıza şekil vermeliyiz bence," dedim düşünceli bir sesle. "İntikamımızı aldık sayılır, baban amcana ne zarar verirse versin, bu saatten sonra bizi ilgilendirmez. Sen iyileştiğinde Ada da tekrardan umut etmeyi öğrenir ve fizik tedaviye kaldığı yerden devam eder. Ben de çalışmayı düşünüyorum, bir hastaneye başvurabilirim. Aslında sabıkalı görünüyorum, bu yüzden sıkıntı olabilir. Sen ne yaparsın? Bence bir süre dinlenirsin, dinlen yani bence. Sonra çalışmak ister misin? Babanla iletişimini koparırsan paraya ihtiyacın olur değil mi? O yüzden çalışırsın galiba? Hı, sen ne diyorsun?"

Durmuş, ruhsuz bir ifadeyle bana bakıyordu. Elini elimden çekti. "Bu söylediklerine gerçekten inanıyor musun Mahşer?"

İnanmak... Bir kalbi iyileştireceğime bile inanmışken buna neden inanmayayım? Ama... Dişlerimi sıktım. "Hayır."

"O zaman ölecek birinin hayatı üzerinden hayal kurma, üzülürsün."

Onu dövmek istiyordum ya da çekip öpmek... Kafasını denizin altına sokmak, ya da çıkarıp kurtarıcısı olmak... Nefreti olmak istiyorum, aşkı da.

Aramızda upuzun, duygusuz bir bakışma yaşandıktan sonra elimi kaldırıp omzuna vurdum ve bir hırsla yataktan çıktım. Duman'ın bana uzanacak hali yoktu, zaten seruma bağlı olduğu için uzanamazdı da. Yataktan fırladım ve ayağa kalktığımda sinirle soluyarak avucuma baktım. Elimin içine kırık bir kalp çizmişti. Kendi kalbini.

Ona baktığımda başını yastığa koymuş olduğunu gördüm. Öfke içinde soluyarak acımasızca elimin içini duvara sertçe geçirdim. Duman çenesini sıktı ve solukları hızlandı. Ağzından ona nefes aldıran o aptal şeyi çıkararak duvara vurduğum avucuma baktı. "Kalbimi mi kırıyorsun?"

"Evet!"

"Ben öldüğümde şu işe yaramaz kalbimi çıkarıp avuçlarına bıraksınlar, ne dersin Mahşer? Sen de alıp oradan oraya atarsın? Ha, bu sana aynı zevki verir mi?"

Kendimi o kadar sıktım ki ağzımı biraz açsam çığlık atacaktım.

Zar zor konuştum. "Sen öldükten sonra kalbinle mi uğraşacağımı sanıyorsun?"

Duman'ın gözlerinde fırtınalar koptu ve sağ çıkan tek duygu öfkesi oldu. "Doğru, ben öldükten sonra kalbimle uğraşacak değilsin! Ne zaman uğraştın ki! Kendine yeni birini yaparsın, ha! Ama dikkatli ol, herkes seni kesmez…”

"Kes sesini," diyerek çığlık atar gibi bağırdım ve işaretparmağımı yüzüne doğru salladım. "Beni biriyle paylaşabilirsin gibi konuşma!"

"Seni var ya... O kafanı suya gömmek, boğmak istiyorum seni!"

"Ne tesadüf," diye bağırdım kendimi kaybetmiş halde. "Ben de senin o kafanı suyun içine gömmek, başından bastırmak, boğmak istiyorum!"

"Zaten..." Soluk soluğa kalmış halde, nefesinin yettiği kadarıyla haykırdı. "Boğuluyorum!"

Güçbela oksijen maskesini taktığında, dişlerimin neredeyse kırılacakmış gibi olduğunu hissettim ve sinirle soludum. "Hayvan herif!"

Gözlerini devirdi ve uzanıp oksijen maskesini bir daha ağzından çıkararak avazı çıktığı kadar bağırdı. "Defol git!"

Ona daha da bağırmak, çığlık atmak istedim. Bunun yerine sırtımı döndüm ve odanın çıkışına ilerledim. Kapıyı açtığımda Ada'nın heyecanla soluklandığını duydum ama onu pek umursamadım. Kapıyı çarpar gibi kapattım ve doğrudan karşıdaki, duvar dibindeki koltuklara ilerledim. Ada ve Muhammet yan yana durarak bana döndüklerinde koltuğa yerleşerek kollarımı göğsümün önünde kavuşturdum, ardından duygusuz bir sesle konuştum. "Biraz dinlensin, sonra girersiniz."

Sesimdeki ciddiyeti fark etmiş olmalı ki Ada bana başkaldırmadı ve tekerlekli sandalyesini yanıma doğru sürdü. "Abimi yine üzdün mü yoksa?"

Bir an bana kızdığını düşündüm, bana öfkelendiğini. Ama... onun sesi sadece üzgün, bıkkındı. "Yaşamayı hiç düşünmüyor," dedim, kaşlarım istemsiz şekilde çatılmıştı. "Bu beni deli ediyor! Onu dövmek istiyorum, gerçekten! Biraz istese, bana yardımcı olsa ölür mü sanki! Ona âşık olmasaydım onun düşmanı olurdum!"

Ada yaşaran gözlerini kaçırdı. "Ne olursa olsun ona kızma Mahşer abla. Abim göründüğü kadar sert değil, aksine hassastır. Birisi ona kötü bir şey söylese hiç takmamış gibi yapar ama bir bakarsın, gecenin üçünde uyanmış, sigara içmiş, onu düşünüyor. Eminim ki senin söylediğin her şey onun uykusunu kaçırıyordur. N'olur onun uykularını kaçırma."

Ada'nın en büyük kusuru saflığıydı. Gerçekten bazı insanların kalbi de aklı da kötülüğe basmıyordu ve Ada onlardan birisiydi. "Ben ona bir şey yapmıyorum," diye kendimi savundum. Çünkü bu sefer gerçekten bir şey yapmıyordum. "Uykularını kaçırmıyorum!"

"Ama seni sayıkladığını duyuyordum, hep."

Bir an refleksle gerçekten mi, diye soracak oldum ama bu aptallığımın önüne geçerek kapının yüzeyine baktım. Uykularında beni mi sayıklıyordu? Ve Ada bunu duyuyordu? Onu kırdığım, gücendirdiğim için geceleri uykusu mu kaçıyordu? Ve hâlâ beni mi istiyordu? O biraz mazoşistti, aşkın acısından ölüyordu.

Kafamı iki yana sallayarak, "Hadi," dedim. "Geç içeri, gör abini. Birkaç dakika kalıp çık, yoksa Ömer hepimizi hastaneden attırır."

Muhammet ellerini Ada'nın tekerlekli sandalyesine koyarak imalı şekilde konuştu. "Sende o doktoru dövecek potansiyel var."

Başımı hafifçe yukarıya kaldırdım. "Aynı potansiyel seni de dövebilir, bilmem farkında mısın?"

Ada'nın tekerlekli sandalyesini abisinin odasına doğru sürdüğünde başımı ardımdaki duvara yaslayarak gözlerimi yere diktim. Gece, bardağı işte tam buraya düşürmüştüm ama görünen o ki çalışanlardan birisi onu almıştı. Geceyi, Duman'ın geçirdiği krizi düşününce karnıma o kadar keskin bir ağrı girdi ki neredeyse inleyeceğim sandım.

Ada Muhammet’le birlikte Duman'ın odasına girerek gözden kaybolduğunda oturduğum yerden kalkarak koridordaki cama yürüdüm. Hava sisliydi ve bulutlar kat kat görünüyordu. Alnımı soğuk cama yasladım. Hastaneden ayrılamıyordum, çünkü Ömer her an bir haber getirebilirdi.

"Lütfen o kalp Duman'a uysun. Lütfen o kalp Duman'a uysun ve bir kez olsun dünyanın iyi bir yer olduğuna inanayım."

İntikamı, öfkeyi, nefreti kenara bırakacaktım. O iyileştiğinde hayatla tek kavgam o olacaktı. Ona bir şey olmasın, o üşümesin, o sıcaklamasın, hasta olmasın... Zaten yapacak bir şeyim kalmamıştı, bana kalan hayatın devamını onun yanında yaşayacaktım ve hayattan başka şey istemeyecektim.

"Mahşer?"

Tanıdık sesi duyduğumda irkildim ve farkında olmadan alnımı cama çarptım. Bu yaptığıma sinirlenerek arkamı döndüm ve birkaç adım ötemde duran abime baktım.

"Burada ne işin var?" dedim şaşkınlıkla. "Neden sürekli peşime takılıyorsun? Seninle mi uğraşacağım ben?"

Etrafına bir bakış atarak bana doğru yürüdü ve tam karşımda durdu. Üzerinde hâlâ aynı kıyafetleri vardı ve feci halde uykusuz görünüyordu. "Gidecek başka yerim yoktu," dedi, benden daha sıcak bir sesle. "Annemle görüşemedim, ben de senin yanına geldim."

Annemle görüşmemiş olmasına rahatladım, bunu yapsaydı annem feci yıkılırdı. Alayla güldüm. "Beni mi özledin?"

"Özledim."

Ben de...

Alay eder gibi bakarak, "Palavra sıkma," dedim ve akabinde ekledim. "Kafam zaten bozuk, bir de sen bozma. Hadi, git şuradan."

Ona arkamı dönmek, tekrardan koltuğa oturmak üzereydim ki mesafemizi sıfırladı ve daha önce yaptığı gibi beni kendine çekti. Başım doğru şekilde ama olmasını istemediğim yere yerleşti ve Enes'in kolları etrafıma dolandı. Soğukkanlı olmaya, maske takıp kahkahalar atmaya, acımıyor gibi davranmaya alışmıştım ama... hepsi sadece yara bandıydı.

Kolları etrafımda sıkılaşırken, çenesini de başıma yasladı ve sessizce, belki de konuşmaktan korktuğu için susarak sadece bana sarılırdı. Abim, Enes... Hiçbir şeyin böyle olmasını istemezdim ama madem böyle olmuştu, katlanacaktık. "Sevgilin," dedi ve bir dakika kadar sustu. "Nasıl?"

"Kötü," dedim aksilik etmeden. "Gece yarısı kriz geçirdi, bundan kurtuldu ama doktoru bir dahakinden kurtulamayacağını söyledi."

Abim derin bir iç çekerek kollarını bana daha sıkı doladığında, bu savunmasızlığımdan yararlandığı için ona öfkelenmek istedim ama buna bile gücüm yoktu. "Onunla... tanışabilir miyim?"

Duman’la tanışmak istiyordu ama onu zaten tanıyordu. Lisede, kitabımın, defterlerimin içine hep Duman'ın baş harfini yazardım ve abim bir keresinde defterimin sayfasında sayısız D harfi görüp yanıma gelmişti. Başta açık açık birinden hoşlanıp hoşlanmadığımı sormuş, inkâr ettiğimdeyse kâğıdı gözümün önüne sokarak öpüşmek yok, biraz büyü, diyerek odadan çıkmıştı.

D harfinin Duman olduğunu düşünmüyor olmalıydı.

Belki bu anımızı bile hatırlamıyordu.

Başımı onun göğsünden kaldırdım ve kollarının arasından çıkarken, "Bırak," dedim zırhımı kuşanarak. "Onunla tanışmanın sırası değil."

"Mahşer, kardeşimin kimin için kendini bile gözden çıkardığını görmek istiyorum."

Beni hâlâ omuzlarımdan tutuyor ama sanki... sarsmaya kıyamıyordu. Gözlerindeki o bakıştan çok rahatsızdım, çünkü beni gerçekten özlemiş gibiydi. "Sadece göreyim tamam mı? Sonra çıkar giderim."

"Aklının yarısı hep gitmekte."

"Saçmalama," dedi. "İstediklerini yapmaya çalışıyorum, çünkü cezalandırılmayı hak ettim. Akşam annemin karşısına çıkacağım, sen de yanımda olacaksın."

Annem... Buna hazır değildi ama daha ne kadar erteleyebilirdim ki? Bir gün, iki gün? Kollarının arasından sertçe çıkarak yönümü kapıya döndüğümde, abim de başını kapıya çevirdi.

"Bu odada mı?" diye sordu.

Terslendim. "Burada olmasa niye bu kapının önüne bekleyeyim?"

"Hangi kapının önünde beklediğini bile göremeyecek kadar... kendini kaybetmiş gibisin."

Kendim... Onu yıllar önce kaybettim ve bir daha bulamadım, göremedim, ulaşıp konuşamadım. O uzun bir yolculuğa çıkıp arkasında öfke dolu bir kız bıraktı ve ben bununla yaşamaya alıştım. Hiçbir şey demeden kapıya doğru yaklaştım ve duvara yaslanarak, "Kardeşi içeride," dedim sakince. "O çıktıktan sonra gir."

Başını salladığını göz ucuyla gördüm ama bir şey demedim. Duman'ı konuşturmasını, onu yormasını istemiyordum; sadece görüp çıkabilirdi. Kollarımı etrafıma sardım ve Enes koridorda volta atarken, Ada ile Muhammet'in dışarıya çıkmasını bekledim.

Bir iki dakika sonra kapının açıldığını duydum. Başımı yana eğdim ve Muhammet, Ada'nın sandalyesini sürükleyerek dışarıya çıktı. Ada elleriyle gözlerini siliyor, sürekli iç çekiyordu. Ağlamış olduğuna şüphe yoktu. Abim olduğu yerde kaldı ve Ada da başını kaldırıp önce beni, sonra abimi gördüğünde bir süre duraksadı. "Affedersiniz? Abimin bir arkadaşı mısınız?"

Enes bocalamıştı, vereceği bir cevabı vardı ama veremiyordu. Ada'ya, onun bacaklarına, sandalyesine baktı ve tüm bunlar ona çok kötü şeyleri hatırlattı; hissettim. O konuşamadığında, "Ne bakıyorsun?" dedi Muhammet, Enes'in Ada'nın bacaklarına o kadar dikkatli bakmasından rahatsızlık duyarak. "Önümüzde dikildin. Çık şuradan."

Ada başını arkasına çevirdi. "Muhammet!"

Aslında Muhammet'in Enes'i dövüp şöyle bir haklamasından zevk duyardım ama ne yeri ne de zamanıydı.

"Sakin ol Muhammet," dedim, Enes'in ağzını bıçak açmıyordu. "Kendisi abim olur."

Ada şaşırıp kaldı. "Nasıl?"

Gözlerimi devirdim. "Annem ve babam benden önce onu yapmışlar, adı Enes. Bir süredir yoktu, geri geldi. Hepsi bu."

Ada'nın şaşkınlığı devam ederken Muhammet onun tekerlekli sandalyesini kapının ağzından çekti. Daha fazla bir şey açıklamanın lüzumunu görmeyerek abime bir baş işareti yaptım ve o peşime düşerken, aralık olan kapıdan içeriye girdim. Duman henüz bakış açımda değildi. Abim hemen arkamdan geldi ve az sonra Duman bakış açıma girdiğinde, abim benimle duraksadı.

Eğer şu an burada olmasaydım ve acıyı bu denli hissetmeseydim aşkın olduğuna da inanmazdım. Buradayım, acı çekiyorum ve bu aşk var. Yumruklarımı sıktım ve onun kapalı gözlerine, zayıf yüzüne baktım. Makinelerin sesi odanın içinde çınlıyordu ama en çok kalp atışını duyuyordum. Başını yastığa bırakmış, uyuyor görünüyordu ama Ada şimdi çıktığı için uyuduğuna ihtimal vermiyordum. Bir adım daha attığımda Duman'ın yüzü gerildi ve ardından ağzındaki oksijen maskesini çıkardı. "Mahşer?"

"Evet, evet benim."

Az önceki kavgamız olmamış gibi gülümsedi ve sanki bu, yanına gitmem için bir davet oldu. Hızla yanına ilerledim ve yatağının başında durarak yüzümü ona doğru eğdim. Gözleri halsizce açıldı ve nefes nefese kalmış gibi solurken uzunca yüzümü izledi. "Bir öpücük versene."

Ben gülmekle kızmak arasında bocalarken, abim genzini temizledi ve Duman'ın kaşları çatıldı. Öksürerek oksijen maskesini tekrar ağzına kapandığında abim birkaç adım daha atarak Duman'ın bakış açısına girdi. "Merhaba," dedi sakin, kısık bir sesle. "Enes ben."

Duman kirpiklerinin altından onu süzdü ve cevap vermek için maskeyi ağzından çıkardı. "Evet, biliyorum, korkak olan."

Duman’la bakışıp sırıttık.

Abim sertçe soluklandı ve bana dönüp sitem dolu bir sesle konuştu. "Yediğim bokları ona anlattın mı?"

"Enes." Duman'ın soğuk elini elimin içine alırken, başımı Enes'e çevirdim ve önünü arkasını düşünmeden konuştum. "Duman'ın bizimle, sandığından daha yakın bir ilişkisi var. Aynı gece babam vurulmuşken onun da annesi öldü. Aynı kişi tarafından, aynı saatlerde."

Enes'in önce dediklerimi hazmetmesini, sonra şaşkına dönmesini, bakışlarını Duman'a çevirip tekrar tekrar bakmasını izledim. Kaşları neredeyse birleşecekti, o kadar çatılmıştı. Gözlerinde yoğun bir duygu trafiği vardı ve yaşanmışlıklar, ona ıstırap veriyordu. “Siz bir araya..."

"İntikam için geldik," dedi Duman, hikâyenin en başına dönerek. Her şey ne tuhaf, hep başladığı yere dönüyordu. "Yani kaçtığından haberim var."

Enes ellerini yüzüne örttü ve sertçe sıvazlayarak derin nefesler aldı. Bunları sindirmesi için zamana ihtiyacı vardı. "Hem iş hem aşk mı yapıyorsunuz lan siz?" diye sordu.

Duman'ın kehribar gözleri ruhumu gözetledi. "Şu sıralar aşkı daha çok yapıyoruz, iş bitti neredeyse."

"Belli, hasta yatağında bile kardeşime yiyecek gibi bakıyorsun."

Oksijen maskesini takarken, "Hastayım ben," dedi. "Üstüme gelmeyin."

Abim sinirle soluklandı ve dönüp bana baktı. Bir şey diyeceğini sandım ama demedi ve son kez Duman'a döndü. İfadesinde sinir veya öfke yoktu, daha çok anlayış vardı. Duman'ın kendisini kızdırmış olmasına rağmen sakinliğini koruyarak, "Bu olay burada kapanmadı," dedi. "İyileştiğinde konuşacağız."

Abim arkasını dönüp kapıya doğru ilerlerken, Duman arkasından boğuk sesiyle konuştu. "İmkânsız bir zamanda konuşmaktan bahsediyorsun."

İyileşeceğine olan inancı, benim iyi birisi olduğuma olan inancımdan bile daha azdı.

Abim çıktığında başımı önüme eğdim ve yatağın etrafını dolanarak koltuğa ulaştım. Koltuğu yatağın kenarın doğru çekerken Duman bitkin gözlerle beni izliyordu.

"Ömer gelirse ölü numarası yapacağım," dedim esprili şekilde. "O zaman bana bir şey yapamaz."

"Sana zaten kimse bir şey yapamaz," diye cevap verdi bana. "Hiç kimse."

Duman sırıttığımı görerek başını yastığa bıraktı ve gözlerini tavana kaydırdı. Bir süre ikimizden de çıt çıkmadı ve Duman oksijen maskesinin altında, yorgun bir kalple önümde uzanmaya devam etti. Yüzüne bakarken bir geçmişi izliyor, bir aşkı görüyordum. Zamanda herhangi bir yere gidiyordum ve gittiğim hiçbir yerde yalnız değil, hep onunlaydım.

"Duman?" Adı dudaklarımdan çıktığında omuzları kasıldı ve başını yastığında çevirdi. Göz göze geldiğimizde, zehirli iğneyi onun göğsünden çekip çıkarmak için elimi kaldırdım. Duman bu anı eksiksizce izlerken, az önce kırık bir kalp çizdiği avucumun içine öpücük kondurdum ve avucumu kapatıp öpücüğü içinde sakladım. Hiçbir şey demedi, sessiz kaldı ve yüzünde mimik oynamadı. Gözlerini kapattı ama kalbinin göğsünden dışarıya çıkacakmış gibi attığını biliyordum.

"Gül Dikeni?"

Bir öpücükle tekrardan Gül Dikeni oldum. Bakın işte, aşk var.

"Efendim?"

"Eğer olur da iyileşirsem, hani ufacık bir ihtimal, o şans bana çıkmaz ama eğer ki iyileşirsem... Bana, aşkın iyi bir tarafı olduğunu da gösterir misin?"

İyileşecekti ve ben de ona... aşkın iyi bir tarafı olduğunu gösterecektim. "Neden bunu istiyorsun ki?" diye sordum, sakallarına bakarken.

"Gülüşünden başka hiçbir iyi yanını görmedim çünkü," diye cevap verdi bana, sessizce.

Cümleler ve insanlar beni savunmasız yakalayamazlardı ama şu an çok savunmasız yakalanmış gibi hissediyordum. Gülüşümden başka iyi tarafını görmemişti, çünkü ona hep kötü ve vicdansız davranmıştım. Kalbim göğsümü o kadar acıttı ki, bir oksijen maskesine daha ihtiyacı olanın ben olduğumu düşündüm. Duman gözlerini, başka hiçbir şey demeden kapattı.

Yatağın etrafını dolandım ve ona daha başka şey demeden, çıt çıkarmadan, elimin içindeki kırık kalbi tutarak odanın çıkışına ilerledim. Kapıyı açmak üzereydim ki birisi benden önce davrandı ve kapı gürültüyle açıldı. Başımı kaldırıp baktım ve Ömer'i gördüğümde bir an beni azarlayacağını düşündüm. Fakat... Bundan daha önemli bir şey vardı; gülüyordu. Nefesim kesildi ve Ömer elindeki beyaz kâğıdı sallayarak mutluluk içinde konuştu.

"Kalp Duman’la uyum yakaladı!"

🥀

Elime baktım, çizdiği kırık kalbi artık birleşmiş görüyordum.

Hâlâ olan biteni tam anlamıyor, gerçek olduğuna inanamıyordum. Ömer gerçekten o kelimeleri sarf etmiş, kalbin Duman’la uyum sağladığını söylemişti. O an ne yaptım, nasıl davrandım bilmiyordum ama şu an Ömer'in odasında, onun karşısındaydım. Ada ve Muhammet de yanımdaydı, abimse haberi öğrenmeden eve gitmişti. Nefesimi tutmuş, Ömer'in elindeki dosyayı karıştırmasını izliyordum. O... Çok mutlu, heyecanlı görünüyordu. Bu haberin, doktorluk hayatında aldığı en iyi haber olduğuna yemin edebilirdim.

"Eee," dedim, karşısındaki koltukta sabırsızca kıpırdanırken. Haberi öğrendiğimizden beri başka şey söylememiş, sadece birkaç doktorla konuşmuştu. "Kalp uyuyor madem, ameliyatı hemen yapalım."

Bu sabırsızlığıma gülümsedi. "Yapacağız."

Elimde bir dokunuş hissettiğimde Ada'nın elimi tuttuğunu gördüm ve gözlerine baktım; insanların ne olduğunu veya olamadığını orada görürdüm. Gözleri mutlulukla ışıldıyordu. "Sen Ömer abinin arkasından koşa koşa odadan çıkınca biz de bir şey oldu sanarak arkanızdan geldik. Abim duydu mu, aldı mı bu haberi?"

O an Ömer'e çağrı gelmiş, geldiği hızda odadan çıkmıştı ve ben de onun peşine koşmuştum. Onun elini geri çevirmedim, aksine parmaklarını tutarak, "Bilmiyorum," dedim onu düşünüp deli olarak. Sürekli sırıtmak istiyordum. "Ömer'in arkasından koştum, birazdan yanına gidip söyleriz."

Ada neredeyse mutluluktan ağlayacak oldu. "Hiç ümidi yoktu, şaşkına dönecek canım abim!"

Evet, hiç ümidi yoktu. Ne çok isterdim Ömer bu haberi verdiğinde gözlerine, yüzüne bakmayı, yaşamı görmeyi... Ama olmadı, olsun; olmayan tek şey bu olsa keşke. Nasıldır acaba, mutlu hissediyor mudur? Hararet içinde başımı salladım ve Ömer'e döndüm. "Ameliyatı ne zaman yapacağız?"

"Ona bakıyorum," dedi Ömer, başını kurcaladığı dosyalardan kaldırırken. "Boş ameliyathanelere baktım."

Gözlerimi ellerime indirdim ve elimin içindeki kırık kalbe bakarak, "Kaç gün içinde yapılabilir peki?" diye sordum, illaki bir cevap istiyordum. "Çok uzun sürmez değil mi?"

"En geç iki gün içinde yapmalıyız zaten," dedi Ömer, gülücüğü yüzünden silinmiyordu.

"İki gün içinde," diye fısıldadım. "İki gün içinde her şey bitecek."

"Görünen o," dedi, dosyayı masaya bırakırken. Gözlerini hepimizin üzerinde gezdirerek tekrardan benimle buluşturdu. "Bir komplikasyon gerçekleşmediği sürece ameliyat sonrası her şey yoluna girecek."

Ellerimi çözerken heyecan içinde konuştum. "O zaman ben gidip Duman'a söyleyeyim."

Ömer dikkatlice baktı. "Lütfen ama lütfen yanında fazla kalma!"

Tamam, kalmayacaktım. Sadece haberi verecektim. Koltuktan kalkarken, kapının tıklatıldığını duydum ve başımı o tarafa çevirdim. Kapı açıldı ve beyaz önlüğü içinde, genç bir doktor göründü. Bizi gördüğünde duraksadı ve ardından bakışlarını kaçırdı.

"Affedersin... Yalnız olduğunu sanıyordum."

Ben kapıya doğru yürürken, Ömer'in genç kadına uzun uzun baktığını gördüm. "Sen odana geç, ben birazdan gelirim."

Kadın belli belirsiz gülümsedi. "Tamam, bekliyorum." Ardından bize mahcubiyet dolu gözlerle baktı. "Tekrar kusura bakmayın."

Kapıdan çıkıp arkasını döndüğünde ben de Ömer'e son kez bakarak kapıdan çıktım ve giden kadın doktorun arkasından baktım. Yoksa... Kadının yüzündeki mutluluk ve beklentiye bakılırsa öyleydi, sanırım Ömer’le ilişkileri vardı. Kadın koridorun ucunda gözden kaybolduğunda onun aksi yönünde ilerledim ve koşarak asansörlere gittim. Duman duymuş muydu, neler hissediyordu bilmeliydim. Asansör ineceğim kata geldiğinde dışarıya çıktım ve koridorda, odaya doğru koştum. Kapının önüne geldiğimde heyecandan avuçlarım daha da terlemiş, göğsüm körük gibi inip kalkmaya başlamıştı.

Kapıyı, onu rahatsız etmeyecek bir sessizlikle açtım ve içeri girdim. Onu görene kadar nefesimi tuttum. Onu gördüğümde, onu bu hasta yatağında gördüğüm son günler olduğunu düşündüm. Buradan sağ kalkacaktı, eski gücüne kavuşacaktı. Yatağında doğrulmuş, sırtını arkasına yaslamış, gözlerini kapatmıştı. Haberi var mıydı? Duymuş muydu?

Heyecanla yatağının önüne yürüdüm ve ellerimi yatağının demirlerine geçirerek, "Duman?" dedim hevesle.

"Mahşer," dedi, dümdüz bir sesle.

"Duydun mu?"

Oldukça ilgisiz görünüyordu. "Neyi?"

Ah, duymamıştı; bu haberi ona ben verecektim. Yaşayacağını benim ağzımdan duyacaktı. Hangi kelimelerle nasıl diyeceğimi bilemeyerek aptalca sırıtırken, Duman gözlerini araladı ve yüzümdeki sırıtmaya kaşlarını çattı. "Ne gülüyorsun ayran budalası gibi."

Gözlerimi devirdim. "Bu yatakta yatmak seni huysuz bir çocuğa çevirdi."

"Hadi oradan."

Gözlerini tekrar yumacak oldu ki uzanıp ellerimle yüzünü tuttum ve onun gözlerindeki yumuşamayı izledim. Avucu yüzümün içinde kaldı ve Duman gözlerini kırpmadan bana bakarken, "Kulaklarını iyi aç," diye fısıldadım ve hayatımda kurduğum en güzel cümleyi kurdum. "O kalp senin."

İdrak etmek için zamana ihtiyacı vardı, bu yüzden nefesimi tutarak idrak etmesini bekledim. Şok duygusunu tanırdım, onu yıkıp geçti ve Duman kafasını sertçe iki yana doğru savurdu. "Saçmalama Mahşer, yine ne delilikler geçiyor aklından?"

Yaşayacağına bu kadar inanmıyor olması yüreğimi incitti. "Delilik falan yok," dedim. "Bahsettiğin o kalp diğer kişilerle uyuşmadı, seninle uyuştu! Saçmalamıyorum, gerçek bunlar."

Oksijen maskesini ağzına takıp bir süre ihtiyacı olan o nefesi sağladı ve ardından gözlerini tavana kaydırarak yine aynı şekilde kafasını iki yana sallayıp durdu. Bu ihtimal ona imkânsız kadar uzak gelmişti ama işte gerçekti, o kadar gerçekti ki neredeyse onu alıp kalbime bastıracaktım. Konuşma ihtiyacı içinde ağzındaki maskeyi ağzından tekrar çıkarıp nemsiz, solgun dudaklarını araladı. "Bana... Kalbimi kırmak için şaka mı yapıyorsun?"

Nasıl bunu düşünürdü? Kalbini kırmak için bu kadar aptalca bir şeyi ben bile yapmazdım. Yüzünü avuçlarımın içinden bırakarak, "Doğru söylüyorum," dedim ve sinirle ona arkamı döndüm. "Doğru söylüyorum!"

Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum ve doğrudan cama baktım. Yüzümü ona dönmeyecektim, çünkü kırgınlığımı yüzümden okumasını istemiyordum. Beni incitebilen tek insan oydu ve işte yapmıştı. Ellerimle kollarımı sıkıca tuttum, neredeyse tırnaklarımı tenimde hissedecektim. Duman'ın bunu gerçek anlamda idrak etmesini, sindirmesini bekledim. Tamam, belki de şu an kırgınlığın sırası değildi, sonuçta neredeyse bir mucizeyi gerçekleştirmiştik. Sadece... Bana böyle davranılmasına öfkeleniyordum.

"Gül Dikeni?"

"Efendim," dedim dalgın bir sesle.

"Sadece inanamıyorum tamam mı? Bu konu hakkında yalan söylemeyeceğini biliyorum. Sadece... Ben şanslı birisi olmadım, hiç!"

"Anlıyorum," dedim ve umursamıyormuş gibi davranarak omzumu silktim. "Öyle düşünmen normal, sürekli alay ediyorum."

Makinelerin sesi bir an odanın içini kapladı.

"Mahşer?"

"Ne var?"

"Gelsene şöyle."

Onu kırmadım, iyileştikten sonra kırardım. Kendi kendime sırıttım ve yüzümdeki o ifadeyi silerek arkama döndüm. Oksijen cihazını ağzından çıkarmış, yükselip alçalan omuzlarını sakinleştirmeye çalışarak beni izliyordu. Üzerinde beyaz tişörtü vardı ve vücudunun hemen hemen her yerine dolanmış kabloları görüyordum. Yanına yaklaşıp ona vardım ve ona gitmek, dönüp dolaşıp kendimi bulmak oldu. "Ömer mi söyledi?" diye sordu, hâlâ emin olma çabasındaydı. "O kalbi bana mı takacaklarmış?"

"Evet," dedim başımı sallayarak kalbine bakarken. "Sen de söylemiştin bana. O kalp için listede senden önce iki kişi daha vardı ama ikisine de uymamış, seninle uyuştu işte Duman! İnanmak bu kadar güç olamaz! Benim sözüme inanmıyorsan Ömer’le de konuşursun."

"Hayır," dedi ve uzanıp yatağının demirindeki elimi sıkıca tuttu. Yüzüne bir gülümseme, bir gecenin üstüne çöken aydınlık gibi çöktü ve beyaz dişleri bu gülümsemeyle beraber göründü. "Doğru söylüyorsun tabii."

"Evet."

Duman gözlerini bu defa garip, mutluluk bile denilemeyecek bir hisle yumdu ve geri açması dakikalar sürdü. Bu sürede doğrudan kalbine baktım ve içimi dolduran hisse savunmasız yakalanarak sertçe yutkundum. O kalbi ondan söküp başka bir kalp takacaklardı, onu hayata bağlayan yepyeni bir kalp, sanki hiç kırılmamış gibi olacaktı. Duman gözlerini açıp bana baktığında kehribar gözlerinin birbirinden farklı onlarca duyguyla dövüştüğünü gördüm. Peş peşe yutkunarak, "Kalbimin ağrımasına o kadar alıştım ki bundan sonraki hayatımda kalbimin ağrımamasına nasıl alışacağımı bilmiyorum," dedi, garip şekilde güldü. "Bana çok çektirdi."

Dudağımı belli belirsiz kıvırarak hüzünle gözlerine bakmaya devam ederken, elimi daha sıkı tuttu ve götürüp kalbinin üzerine koydu. Kırık, hasta kalbi avucumun içinde attı ve parmaklarım bu ritmi hissetti. Bu kalbe ilk kez dokunmuyordum, on altı yaşımdan beri dokunuyordum ama şimdi bu kalbin yerini daha soğuk, yeni bir kalp alacaktı. Çenemin sıkılaştığını hissederken, "Neden öyle bakıyorsun?" dedi Duman, yumuşak, sakince bir sesle. "Hüzünlü hüzünlü? Kurtulacağımı sen söylemedin mi?"

Evet söylemiştim, kurtuluyordu. Kazanmıştık. Kalbi değişecek, yerini iyi bir kalp alacaktı. Bu hayatımda aldığım en iyi haberdi, beni tarifsiz şekilde mutlu etmişti. Avucumu kalbine doğru bastırırken, "Mahşer," dedi aynı yumuşak sesiyle. "İyileşeceğim diye mi üzüldün kız?"

Bakışlarımız karşılaştı ve bu hastane odasında paylaştığımız her an gözümün önünden geçip gitti. Sadece bu an kaldı burada yaşanacak, bu an. Başımı öne eğdim ve gözlerimin yaşardığını hissettiğimde, "Kalbin değişecek ya," dedim, titrek bir iç çekerken. “Yeni kalbinle beni sever misin ki? Sonuçta şu anki kalbinle seviyorsun, ya sevgin de değişirse..."

"Ha?"

Duman bu abartılı ve saçma kuruntuma vereceği tek tepki buymuş gibi şaşkın bir soluk bıraktı ve ardından ummadığım bir şey yaptı; kahkahalara boğuldu. O kadar ani ve çok güldü ki ben sitemle ona bakarken boğulur gibi sesler çıkardı. Korkarak cihazlara bakıp ona gülmemesi gerektiğini bağırdım ama beni duymadı. Yüzü kırmızıya döndü ve nefes alamaz haldeyken bile güldü.

🥀

Hastaneden ayrılmış, taksiden erken inmiş, yanımda Çisem ve Öğünç’le beraber mahalleye doğru yürüyordum. Onlar hastanede olduğumdan habersizce evime geliyorlardı, yoldayken aramışlardı. Ben de taksiden inmiştim ve mahallenin girişinde buluşmuştuk. Şimdi bir şarkı söylüyor, avucumun içindeki kalbe bakıyor ve Çisem’le Öğünç'ün şaşkınlık içinde beni izlediğini görüyordum.

Eve doğru yürüyorduk ama onların abimin geldiklerinden haberi yoktu.

Abim... Öğünç'ün en yakın arkadaşıydı ve o geceden sonra sadece ailesini değil, en yakın arkadaşlarını da terk etmişti. Öğünç ona benim kadar öfkeliydi, o yıllarda bunu konuşmuştuk ama son yıllarda abim hiç yokmuş gibi davrandığımız için öfkesinin soğuyup soğumadığını bilmiyordum.

Evimin sokağına girdiğimizde şarkı söylemeyi keserek yolun kenarındaki eve baktım. Annemi merak ettiğim için eve gelmiştim ve muhtemelen birkaç saat içinde hastaneye geri dönecektim; çünkü Duman'ı özlerdim. Fakat öncesinde Öğünç ve Çisem'e abimin geldiğini söylemeliydim.

"Sen niye bu kadar mutlusun? Yeni sevgili falan mı yaptın?" Öğünç bir diğer kolunu omzuma attı ve başım omzuma yaslandı. Çisem diğer kolunun altındaydı ve bu sefer saçları pembeye boyanmıştı. Öğünç'ün parmakları sürekli o saçlarda geziniyordu. "Söyle bilelim delikanlıyı?"

Huysuzluk etmedim ama çoktan gözlerimi devirmiştim. "Asıl siz ne ayaksınız? Dün bir arkadaşım mesaj attı, okula el ele girmişsiniz. Baban ağzına sıçar Öğünç."

Çisem yüzünü asarken, Öğünç homurdandı. "Tadımızı kaçırma be kızım."

Birazdan tadın daha fazla kaçacak.

Evin önüne geldiğimizde başımı omzundan kaldırdım ve durarak ciddi bir ifadeyle onlara baktım. İkisi de “Ne var?” dercesine bana bakmıştı. Gergince ellerimi ovuşturdum ve Çisem'den çok Öğünç'e, ezbere bildiğim o surata baktım. Abimle dostlardı, aralarında bir yaş vardı ve Öğünç o gittikten sonra çok bocalamıştı. "N'oldu güzellik?"

"Sakin olacağına söz ver, sana bir şey demem gereki..."

"O da ne?"

Çisem'in şok etkisindeki sesini duyduğumda bir şeyler için geç kaldığımı fark ederek omuzlarımı düşürdüm. Öğünç başını çevirip gözlerini bahçeye dikti ve o an yüzündeki ifadeyi gördüm; dehşet halini. Çocukluk arkadaşı oradaydı. Öğünç onun kaçıp gittiği yerde, yanımdaydı. Dehşet hali yerini inanılmaz bir öfkeye bıraktı ve çenesi yüzünün altında titredi. Dönüp bana, sonra Çisem'e baktı ve onun, kendi hayali olmadığını anladığında ileriye doğru sarsak bir adım attı.

Abimin en az Öğünç kadar şaşkın olan sesini duydum, özlem doluydu.

"Öğ... Öğünç."

Öğünç tokat yemiş gibi geriye sıçradı ve Çisem bana dönerek fısıldadı. "Abin... Dönmüş."

"Ben de bunu söyleyecektim."

Çisem önüne döndü ve ben de abime baktım. Orada duruyor, soluk almadan Öğünç'e bakıyordu. Öğünç'ü sevdiğini biliyordum, hep sevmişti, onu korumuştu, onun için dayak bile yemişti. Ondan kaçmıştı da. Bir dostun yapması ve yapmaması gereken her şeyi yapmıştı. Abimin bize doğru yürüdüğünü gördüm, o bahçe kapısına gelene kadar hiçbirimiz kılımızı kıpırdatmadık. Enes bahçe kapısının önünde durup temkinli, küçük bir gülümsemeyle Öğünç'e bakmaya devam etti. "Sen... Öğünç..."

Daha fazla konuşamadı. Öğünç ne ara uzandı bilmiyorum ama bir iri yumruk Enes'in suratında patladı.

Enes bu yumruğa o kadar hazırlıksız yakalanmıştı ki, karşısında duramadı ve sendeleyerek yere düştü. Bir afallamadan başkasını hissetmedim ama Çisem çığlık atarak ileriye sıçramış, bahçeden içeriye girerek Enes'in yanına eğilmişti. Öğünç, "Bırak şu iti," diyerek onu azarladı, neredeyse ağzından alev fışkırıyordu. "Bir de karşıma geçmiş pişkin pişkin gülüyor. Acaba suratını görmek isteyen mi varmış?"

Enes'in burnundan kan sızıyordu, Öğünç ona sandığımdan da daha sert vurmuş olmalıydı. Çisem çantasının içinden bir mendil çıkarırken, "O bizim arkadaşımızdı," dedi. Özlem dolu gözlerle Enes'e bakarak mendili burnuna tuttu. "Geri gelmiş Öğünç!"

Öğünç uzanıp Çisem'in dirseğinden tutarken, "Sen benim sevgilimsin," dedi öfke içinde. "Benim tarafımı tutman gerekiyor!"

Enes haykırdı. "Ne?"

Ah tabii, Enes için Çisem ve Öğünç sadece lise arkadaşlarıydı ama onun olmadığı şu zamanda her şey neredeyse tamamen değişmişti. Çisem kızardı ve Öğünç onu yanına çektiğinde, abim başını kaldırıp onların birleşen ellerine baktı. Yaşadığı şaşkınlığa hak vererek bahçe kapısından içeriye girip elimi yerde uzanan abime uzattım. "Kalk hadi."

Abim ona elimi uzatmamı beklemediği için kaşlarını çattı ve başını hızlıca sallayıp elini uzatıyordu ki bir anda elimi çekerek onun hevesini kırdım. "Tutacağımı mı sandın sahiden?"

Enes sabrı tükenmiş gibi bağırdı. "Birer birer gelin!"

Öğünç öfke içinde onun üzerine yürüdü. "Bir de konuşuyor ya!"

"Öğünç..." Enes kalkarak üstündeki tozları silkeledi ve daha sakin şekilde konuştu. "Kızgınlığına hak veriyorum kardeşim ama..."

"Ne kardeşi lan? Yıllar önce bitirdin sen o kardeşliği!"

Çisem Öğünç'ün Enes'in üzerine atlamasından korktuğu için onun önüne geçerek elini göğsüne koydu. "Bağırma artık, Mircan teyze uyanacak."

Evet, annem uyanacaktı. Uyanık bile olabilirdi ve sesleri duymak için dışarıya çıkarsa abimi görür, yeni bir şok yaşardı. "Haklı," dedim, sert bir sesle. "Seslerinizi kısın, haydutluğunuzu çekecek değilim."

"Bunu niye eve alıyorsun ki?" dedi Öğünç, daha kısık bir sesle. "O bu evi hak etmiyor! Bu herif korkağın teki, kaçıp gitti!"

"Artık büyüdüm," dedi Enes, çenesini dikleştirip anlaşılmak istenen gözlerle ona bakarken. "Hiçbir şeyden korkmuyorum!"

Öğünç ona diklenmeye devam ederek yüzüne tısladı. "Umurumda değil. Ne Mahşer'in senin abiliğine ihtiyacı var ne de bizim senin dostluğuna ihtiyacımız!"

Çisem onu bir kez daha sakinleştirmek için Öğünç'ün önüne geçip elini omzunda dolaştırdığında, Enes'in gözleri şaşkınlıkla büyüdü ve hayretler içerisinde konuştu. "Âşık lan bunlar! Nasıl olabilir böyle bir şey!"

Öğünç bir kez daha konuşacak oldu ki, ileriye doğru bir adım atarak aralarına girdim.

"Kesin artık."

İkisi de bana bakarak geriye doğru bir adım attıklarında nefesimi sıkıntıyla vererek eve döndüm. Bu, ertelesem de gerçekleşecek olan bir şeydi ve önüne geçemezdim. Yüzümü gergince ovalayarak abime döndüm. "Peşime düş."

Çisem ve Öğünç orada kalırken, abim omuzlarını dikleştirdi ve ellerini sıkıp gevşeterek başını salladı. Salonda ışık yanıyordu. Annem muhtemelen kapıyı açacak ve önce beni, sonra abimi görecekti. Buna ne derece hazır olduğunu bilmiyordum ama artık ertelememin lüzumu yoktu. Kapının önüne geldiğimde saçlarımı yüzümden geriye çektim ve dönüp abime baktım. Duvarın yanındaydı, bir adım atsa kapının karşısında olabilir, annemin bakış açısına girerdi. Elimi kaldırdım ve abimin gözlerinin içine bakarak kapıya vurdum.

"Anne, benim," dedim ürkmemesi için.

Adım seslerini duydum. Annem kapıyı sonuna dek açtı.

Tanıdık mavi gözler beni bir anne sıcaklığından ziyade, tanıdık ama neredeyse kaybolmuş bir sevgiyle kucakladı ve annem geçmem için geriye çekildi. Yüzüne bakarken, annemin kurumuş dudakları aralandı ama elbette konuşamadı.

İçeriye neden geçmediğimi anlamadığı için seyrek kaşlarını çattığında, vaktinin geldiğini düşünerek dudaklarımı araladım. "Sana... birini getirdim."

Parmaklarını kaldırdı, muhtemelen bana bir şey soracaktı ama abim yavaşça sağa doğru kaydığında, annemin bakışları yüzümden çekilerek abime çevrildi. Bu karşılaşmanın her saniyesini izledim. Elleri ağır çekimde aşağıya düştü, omuzları çöktü, dudakları aralık kaldı ve gözlerinde, oğlunu tanıdığını gösteren o ifade belirdi. Abimi, üzerinden yıllar geçmesine rağmen görür görmez tanıdı ve kafası bilinçsiz şekilde iki yana sallanırken, vücudu da omuzlarından itibaren sarsılmaya başladı. Abimin boğazından çıkan hıçkırığının sesi, bir çeşit ağıt gibi zihnimi bulandırdı ve annem bayılmadan hemen önce, abim onu kollarının arasına çekti.

İnanın bana, insanın sırtında ve kalbinde aşktan da ağır şeyler var; aile gibi.

BÖLÜM SONU.